2 Ocak 2020 Perşembe

Vücut Şişkinliğini Önlemek için Kivi Tüketin

Uzmanlar, yavaş çalışan bağırsaklardan şikayetçi olanlara kivi meyvesini tavsiye ediyor. Kivi yüksek lifli yapısı ile tam ihtiyacınız olan yiyecektir. Pasifik Asya’da yapılan bir araştırmada;  Irritable Bağırsak Sendromu (IBS) sıkıntısı yaşayan kişilere, 4 hafta boyunca, günde iki kivi verilerek, kabızlık sorununun azaldığı görülmüştür. Kivi yiyenlerde yemeyenlere göre IBS’a bağlı görülen belirtilerde azalma görülmüştür.

29 Aralık 2019 Pazar

Bal

Çiçek Balı
Çiçek balı, bal arısının bitkilerin çiçeklerinde bulunan nektaryumlardan topladığı nektarın, vücutlarındaki bezlerden salgılanan maddelerle karıştırarak zenginleştirmesi ve peteklerde olgunlaştırması sonucu elde edilir.
Nektar, bal arılarının karbonhidrat ihtiyacını karşılamaktadır. Bal arıları nektarı dilleri ile toplayıp bal mideleri ile kovana taşıyarak petek gözlerine depolarlar.
Nektar, bazı eğreltiotları, gymnospermlerde ve pek çok angiospermde özelleşmiş salgı bezleri olan nektaryumlar tarafından salgılanmaktadır. Nektaryumlar bitkide bulunduğu konum itibari ile floral ve ekstra floral olmak üzere iki çeşittir. Angiospermlerin floral nektaryumları, çiçeğin iç bazalinin yanında bulunmaktadır ve genellikle sadece floem ile bağlantılıdır.
Türkiye’de üretilen balların büyük bir kısmı çiçek kaynaklı ballardır. Bu ballar, düşük kül, mineral madde, sukroz ve yüksek oranda invert şekerler içermektedir.
Salgı Balı
Salgı balı, bal arılarının bitkiler üzerinde yaşayan bazı böceklerin salgılarını topladıktan sonra, kendine özgü salgılarla karıştırarak değişikliğe uğratıp, petek gözlerine depoladıkları maddedir.
Bir salgı balı çeşidi olan çam balı, Homoptera familyasına ait Marchalina hellenica’nın Pinus brutia Ten ve Pinus halephensis Miller türleri üzerindeki balçiği sekresyonununun bal arıları tarafından kovana taşınması ile üretilmektedir. Bu bal çeşidinin büyük bölümü Türkiye’de üretilmektedir.
Melezitoz, floem sıvılarındaki sakkarozun, aphidlerin sindirim enzimleri ile etkileşimi sonucu oluşmaktadır. Bu nedenle, melezitoz varlığı salgı ballarının karakteristik özelliğidir. 
Thrasyvoulou and Bladenopoulou (1984), çam balının mineral madde bakımından yüksek değere sahip olması nedeniyle, besleyici özelliğinin çok olduğunu belirtmiştir. Bitki özsuları, Marchalina hellenica midesinde sindirilmez, böceğin yapısında bulunan özel filtre odalarından geçer, salgılarla zenginleştirilerek balçiği olarak salgılanır.
Çam balı, zamanla iyi kaliteli bal olarak kabul görmüştür. Keskin bir tadı ve aroması yoktur, kristalleşme olmaz. Koyu kıvamlı, kolayca saklanabilir ve çevre kirliliğinden uzakta çam ormanlarında üretilmektedir. Çam ballarının, çiçek ballarına göre asitliğinin düşük olması nedeni ile asidik ortamda oluşan HMF’nin ortaya çıkma oranının düşük olmasından, ısıtılmaya karşı hassas değildir.
Salgı balı, koyu rengiyle ve yüksek değerlerde seyreden pH, kül miktarı ve elektriksel iletkenliği ile karakterize edilir.
Lachman et al. (2007) alüminyum (Al), bor (B), magnezyum (Mg), manganez (Mn), nikel (Ni) ve çinko (Zn)’nun salgı ballarında nektar ballarından daha yüksek konsantrasyonlarda, bakırın (Cu) her iki balda da aynı oranda, kalsiyumun (Ca) ise nektar ballarında, salgı ballarından daha yüksek oranda bulunduğunu tespit etmişlerdir.
Balın Kalitesinin Tespitinde Yapılması Gereken Analizler
Bitki kaynağına, üretim ve pazarlama metotlarına göre değişik şekil ve görünüşte olan balların kaliteleri arasında da farklar mevcuttur. Bal kalitesinin belirlenmesi yalnızca tek bir parametre ile değil, birçok parametrenin incelenmesi ile gerçekleşmektedir.
Balın kalitesinin belirlenmesinde balın, melitopalinolojik, fiziksel, kimyasal ve organoleptik analizlerinin mutlaka birlikte yapılması gereklidir.
Melitopalinolojik Analizler
Melitopalinoloji (balın mikroskobik analizi), organoleptik analizlerle birlikte son bin yıldır balın botanik ve coğrafik orjininin belirlenmesinde kullanılmaktadır. Polen analizi, balın, fermantasyonu, tağşişi, nişasta tanesi içerip içermediği ve mineral tozlar gibi kontaminasyonla bala bulaşan ve balda bulunmaması gereken mikroskobik partiküller hakkında önemli bilgiler vermektedir.
Balın melitopalinolojik analizi, bala kaynak olan nektarlı bitkilerin kökeni, coğrafik orijini ve balın kalitesi hakkında bilgi veren etkin bir yöntemdir. Balda polen analizi ilk defa 1845 yılında Pfister tarafından yapılmıştır ve bu yöntem yurt dışında balın kalitesini belirlemede uzun yıllardır kullanılmaktadır. Türk araştırmacılar tarafından balda polen analizi ilk defa, 1976–1981 yılları arasında Sorkun ve İnceoğlu (1984), tarafından yapılmıştır. Daha sonraki yıllarda ülkemiz ballarının mikroskobik analizlerinin incelenmesi bu konuya eş değer dünya literatürlerine paralel olarak devam etmiştir.
Fiziksel ve Kimyasal Analizler
Balın fiziksel ve kimyasal özelliklerindeki farklılıklar bitki kaynağına, içeriğini oluşturan nektar ve poleninin rengine, tadına, nemine, protein ve şeker içeriğine dayanmaktadır.
Balın fiziksel, kimyasal özellikleri üzerine yapılan çalışmalar konunun önemi nedeniyle ülkemizde ve diğer dünya ülkelerinde çok fazla literatür içermektedir.
Balın Fiziksel İçeriği
Balın Tadı ve Aroması
Balın kompozisyonu ve tadı, nektar kaynağına, iklime, arıcının işleme sürecinde kullandığı yönteme bağlı olarak farklılık göstermektedir. Maeda et al. (1962), balın tadının prolin miktarı, şeker ve glukonik asit miktarına bağlı olduğunu bildirmiştir. Balda bulunan uçucu ve yarı uçucu (volatile) organik bileşenler aroma/koku kalitesini büyük oranda etkilemektedir.
Balın Rengi
Balın rengi, açık renkten koyu ambere hatta siyaha doğru çeşitlilik göstermektedir. Balın rengini etkileyen bileşenler, karoten, ksantofil, antosiyanin gibi değişik bitki pigmentleridir. Balın renginin floral kaynak, endüstriyel işleme metotları, sıcaklık ve depolama süresine bağlı olarak değiştiğini gösteren pek çok çalışma yapılmıştır. Polen taneleri (morfolojisi ve rengi) balın rengini belirlemede etkili olabilmektedir. Koyu renkli balların mineral madde içeriği açık renkli ballara göre daha yüksektir. Koyu renkli balların fenolik asit türevlerini içerme oranı yüksektir ve daha fazla miktarda flavanoid içermektedir.
Balın Vizkositesi
Balın viskozitesi, kovandan çıkarılmasından başlayarak, süzülmesi, diğer ballarla karıştırılması, işlenmesi ve paketlenmesi sürecine kadar bal üretiminin her aşamasında önemlidir. Genellikle, balın vizkositesi, su miktarı arttıkça azalmaktadır. Balın viskozitesi, sıcaklık, nem ve botanik orjinine bağlı olarak değişmekte ve düşük nem oranlarında, sıcaklık değişimlerinden daha çok etkilenmektedir.
Balın Higroskobik Özelliği
Bal nem çekme (higroskobik) özelliği olan bir üründür. Balın havadan nem alması, onun özel yapısına, şeker oranına ve içerisindeki su miktarına bağlı olarak değişmektedir. Balın nem değeri hava nemi ile eşdeğer orana ulaşana kadar değişmektedir. Higroskobik özelliğinden dolayı bal, fırında pişirilmiş ürünleri ve şekerlemeleri taze ve yumuşak tutmaktadır ve tütün ürünlerinin aşırı kurumasını önlemede kullanılmaktadır.
Balın Yüzey Gerilim Kuvveti
Yüzey gerilim kuvveti, balın kaynağına göre miktarı değişen kolloidal maddelerden dolayı değişkenlik gösterse de, genelde düşüktür, bu özelliği nedeniyle bal kozmetik ürünlerinde nemlendirici olarak kullanılmaktadır. Yüzey gerilim kuvvetinin ve yoğunluğun birlikte artması sonucu bal köpüklenmektedir.
Balın Polarizasyonu
Balın polarize ışığı çevirme yönü ve miktarı, bal çeşidine ve içerdiği şeker miktarına göre değişmektedir. Çiçek balları polarize ışığı sola, salgı balları ise sağa çevirdiğinden bu özellikten faydalanarak balın botanik kaynağı, tağşişi anlaşılabilmektedir. Bu özellik, çiçek balının içeriğindeki negatif spesifik rotasyona sahip fruktozun baskın olarak bulunmasının normal bir sonucudur.
Balın Kristalizasyonu
Balın kristalleşmesi sırasında, glikoz kristalleri glikoz monohidrata dönüşmektedir. Baldaki su, karbohidratları hidrojen bağlarıyla bağlarlar.
Fruktoz, su molekülleri arasındaki hidrojen bağlarına zayıf enerji verir ve su molekülleri fruktoz moleküllerini hidratlamak için etraflarında, mikroorganizmal gelişmeye uygun koşullar sağlayacak şekilde, hareketli tutulmaktadırlar. Kristalleşme, su moleküllerinin glikozu serbest bırakması sonucu olmaktadır, fakat en önemli sebep, fruktozun bu kararsızlığı nedeniyle, baldaki glikoz ve fruktoz miktarının değişmesidir.
Balın Fermantasyonu
Balın fermantasyonu ozmofilik mayaların her yerde bulunması nedeniyle önemli bir problemdir. Bu özelleşmiş mayalar, yüksek su miktarında balın yapısını bozarlar. Balda fermantasyon, osmotolerant mayaların fruktoz ve glikoz üzerindeki aktiviteleri sonucu, etil alkol ve karbondioksit oluşumu nedeni ile meydana gelmektedir. Alkol, oksijen varlığında asetik asit ve suya yıkılır, böylece bal fermente olmaya başlar, tadı bozulabilir. Balda, fermantasyona sebep olan mayalar doğal olarak bulunmaktadır veSaccharomyces spp. bunlardan en çok rastlanılanıdır. Balda, yüksek monosakkarit (fruktoz ve glikoz) varlığı ve düşük nem miktarı osmotolerant bakterilerin gelişmesini engellemektedir.
Balın Elektriksel İletkenliği
Elektriksel iletkenlik, daha çok nektarın kaynağına ve balın mineral, organik asit ve protein miktarına bağlı olarak değişen fiziksel bir özelliğidir. Elektriksel iletkenlik çiçek balını salgı balından ayıran en önemli parametrelerden biridir.
Balın Kimyasal İçeriği
Bal, yaklaşık olarak 181 madde içermektedir. White, (1979a)’a göre ise balın içeriğinde 200 tane madde bulunmaktadır.
Balda ortalama %80 şekerler, %17 su ve organik asitler, mineral tuzlar, vitaminler, proteinler, fenolik bileşikler, yağlar ve serbest amino asitler gibi diğer minör bileşikleri içermektedir . Balın içeriğinde aynı zamanda, laktonlar, vitaminler (B1, B2, C ve nikotinik asit), polen, balmumu ve pigmentler bulunmaktadır.
Balın içeriği, bitki orjinindeki farklılıklara, iklim koşullarına ve çevresel faktörlere bağlı olarak değişmektedir.
Balda bulunan inorganik bileşikler su, potasyum (K), kalsiyum (Ca), magnezyum (Mg), bakır (Cu), manganez (Mn), demir (Fe), klorür (Cl), sülfür (S), fosfor (P) ve silisyumdur (Si) (Crane, 1980). Balın mineral içeriği ve eser miktarda bulunan elementler, coğrafik orjininin belirlenmesinde kullanılabilir.
Balın, amino asit miktarı % 1’dir ve toplam amino asit miktarının % 50-80 gibi büyük bir kısmını prolin oluşturmaktadır .
Balın içeriğinde, varlığı yüksek oranda balın bitkisel orijine bağlı olarak değişen, çok miktarda fenolik bileşik yer almaktadır. Balın toplam fenolik bileşik miktarı ile antioksidant aktivitesi arasında bir korelasyon mevcuttur. Salgı balında, toplam fenolik bileşik miktarı, en yüksek değere sahiptir. Balın toplam fenolik bileşik miktarının tayini, balın kalitesinin ve tedavi edici özelliğinin tayininde iyi bir parametredir.
Balın içerisinde ayrıca, karakteristik tadının oluşmasından sorumlu uçucu maddeler mevcuttur.
Orijinine bağlı olarak bal, apigenin, pinocembrin, kaemferol, kuersitin, galangin, krisin, vitamin C, katalaz, pinobanksin, hesperetin ve pek çoğu antioksidan özellik gösteren ferulik asitler gibi çeşitli antioksidanlar içermektedir.
Balın Karbonhidrat İçeriği
Baldaki şekerler, çeşitli enzimlerin nektar sukrozu üzerindeki aktivitesi sonucu oluşmaktadır. Bal, yaklaşık %80 oranında karbonhidrat içermektedir. Karbonhidrat, bal arılarının doğal besinidir ve çoğunlukla enerji üretiminde kullanılmaktadır. Karbonhidratlar, bal arıları tarafından yağa dönüştürülebilir ve depolanabilir. Ergin arılar, glikoz, fruktoz, sukroz, trehaloz, maltoz ve melezitozu kullanabilirler. Fakat rhamnoz, ksiloz, arabinoz, galaktoz, mannoz, laktoz, rafinoz, dekstrin ya da inulini kullanamazlar. Bal arıları tarafından, ağızlarıyla toplanan nektar, özafagustan mideye doğru ilerler. Midede, nektarda bulunan sukroz invertaz enzimi ile glikoz ve fruktoza parçalanır. Bunun sonucunda, yaklaşık %70 oranında monosakkaritlerden (glikoz ve fruktoz) ve değişik konfigrasyonlarda glikozidik ilişki ile glikoz ve fruktozdan oluşan % 7 oranında disakkaritlerden oluşan kompleks bir karışım oluşur.
Fruktoz ve glikoz balda bulunan ana monosakkaritlerdir. Bal aynı zamanda az oranda sukroz ve maltoz gibi diğer şekerleri de içermektedir. Hemen hemen pek çok balda fruktoz miktarı yüksektir, glikoz ikinci ana şekerdir ve bu iki şeker bal karbohidratlarının yaklaşık %75’ini oluşturur. Balın içeriğini oluşturan diğer karbohidratlar, maltoz ve sukroz ana disakkaritler, melozitose ana trisakkarit ve az oranda da oligosakkaritlerdir.
Balda bulunan 14 disakkarit tanımlanış bulunup, bunlardan maltoz, maltuloz, izomaltoz, turanoz, kojibioz yaygın olarak bulunanlarıdır. Baldaki sukroz miktarı, invertaz enziminin miktarına bağlıdır. Baldaki sakkaroz, invertaz enzimi ile reaksiyona girerek, azalabilmektedir. Arıcıların, bahar boyunca arıları fazla miktarda şekerle beslemeleri sonucu, balda bulunan sukroz miktarı artabilir. Ayrıca, bu şekerin miktarının yüksek olması balın erken hasat edildiği anlamına gelir.
Baldaki şeker, vizkosite, higroskopi, granülasyon ve enerji değeri gibi özelliklerden sorumludur.
Balın Nem İçeriği
Balın nem oranı, olgunlaşması sırasında, iklim koşulları, balın kaynağını oluşturan nektarın nemi ve ekstraksiyondan sonra depolama koşullarına bağlı olarak değişmektedir. Bu nedenle, balın nem oranı 17-19 arasında değişebilir. Su oranı, bütün balların raf ömür uzunluğu açısından önemli bir parametredir.
Balın nem oranı, çevresel koşullara ve balın işlenme zamanına bağlı olarak yıldan yıla farklılık göstermektedir. Yüksek nem oranı, bazı ballarda kristalleşmeyi hızlandırabilir ve fermantasyona sebep olacak mayaların gelişmesini sağlayacak şekilde su aktivitesinde bir artış oluşturabilir. Su içeriği yüksek olan ballar, fermantasyona yatkındır.
Balın Asitliği
Balların pH değerleri, tatlarına katkıda bulunan organik asitlerin varlığına bağlı olarak, 3.5–5.5 arasında değişmektedir. Asitlik, balın tadına, mikroorganizmalara karşı stabilitesine, balda meydana gelen kimyasal reaksiyonların artışına, antibakteriyel ve antioksidant aktivitesine katkıda bulunmaktadır.
Balların asitliği, balın içeriğini oluşturan bileşenlerin % 0,5’inden daha az bir kısmını oluşturan organik asitlerin, özellikle glikonik asit, fosfat ve klorür gibi inorganik iyonların, varlığına bağlıdır.
Balda bulunan organik asitler, glikonik, formik, asetik, bütirik, laktik, oksalik, sitrik, süksinik, tartarik, maleik, malik, piroglutamik, pürüvik, α-ketoglutamik, glikolik, α ya da β gliserofosfat ve glikoz-6-fosfattır .
Glikonik asit haricindeki diğer asitlerin, baldaki varlığının kaynağı bilinmemektedir. Pek çok asit, biyolojik oksidasyonun krebs döngüsünde çok yüksek oranda ve nektar içerisinde bulunabilmektedirler.
Balın asitliğine en büyük katkıyı sağlayan glikonik asit, balın içerisinde bulunan glikoz oksidaz enziminin glikoz üzerindeki etkisi ile oluşmaktadır ve glikanolakton ile denge içindedir. Ayrıca, diğer organik asitler, inorganik anyonlarla birlikte, balın asitliğine katkıda bulunmaktadır.
Balın Mineral İçeriği
Balın mineral madde konsantrasyonu %0,1-%1 arasındadır. Potasyum balda bulunan ana metal olup onu takiben, klor, sülfür, silisyum kalsiyum, magnezyum, sodyum ve fosfor içermektedir. Balda, eser miktarda demir, bakır, çinko ve manganez bulunmaktadır.
Mineral madde miktarı bala hâkim olan bitkinin nektar kompozisyonuna bağlıdır. Balın kaynağını oluşturan nektarlı bitkinin yetiştiği toprak tipi ve su, bitkinin dolayısı ile nektar ve polenin mineral miktarını etkilemektedir.

Balın Protein İçeriği
Baldaki protein ve aminoasitler çoğunlukla bitki kaynaklıdır ve bunların büyük bir kısmı polenden gelmektedir. Echigo et al. (1973), bal aminoasitlerinin nektar, bal arısı ve polen gibi değişik kaynaklı olduğunu bildirmiştir. Bazı aminoasitlerin antioksidan özelliği olduğu tespit edilmiştir. Balda bulunan aminoasitler, prolin, glutamik asit, alanin, fenil alanin, tirozin, lösin, izolösindir.
Balın amino asit miktarı yaklaşık 20-300 mg/100 gr’dır. Bal %1(w/w) oranında aminoasit ihtiva eder ve toplam aminoasit miktarının %50-85’ini prolin oluşturmaktadır. Prolinden başka, balın orjinine bağlı olarak (nektar ya da salgı) birbirine yakın oranlarda 26 aminoasit bulunmaktadır. Polen, balın aminoasit kaynağıdır ve bu nedenle bir balın aminoasit profili balın botanik orjinini belirlemede kullanılabilir.
Balın prolin miktarı, değişik unifloral ballarda karakteristik değerler göstermekte olup, enzimatik aktivite ile ilişkilidir. Değişik unifloral ballarda farklı miktarlarda bulunmasına rağmen, unifloral balların sadece prolin miktarı ile sınıflandırılması imkânsızdır.
Prolin, nektarın bala dönüşümü sırasında bal arısı tarafından eklenen ve balın olgunluğunu gösteren bir aminoasittir. Bal arıları tarafından üretilen, sakkaroz ve glukoz oksidaz gibi enzimler ile baldaki prolin miktarının, balın olgunluğunu gösterdiği düşünülmektedir.
Kaliteli ballardaki prolin miktarı, 350 mg/kg’dan daha yüksek ve toplam amino asit miktarının en az %66’sı (genellikle %80-90) olmalıdır. Baldaki protein miktarının küçük bir kısmını enzimler oluşturmaktadır.
Balın Enzim İçeriği
Balın içeriğini oluşturan en önemli ve en ilginç bileşenler enzimlerdir. Balın nektarı ya da balçiğinin bileşiminden sorumludurlar. İnsan diyetinde enzimlerin rolü bulunmamasına rağmen, enzim aktiviteleri balın biyolojik değerine katkıda bulunmaktadır. Enzim içeriği, balı diğer tatlandırıcı ürünlerden ayıran özelliktir. Enzimler balın tazeliğinin ve yaşının en iyi göstergesidir.
Bal az oranda değişik enzimler içermektedir. Bunlardan en önemlileri, bal arılarının faranjiyal salgı bezi sekresyonlarından, tükrük sıvılarından ve nektar kaynağından kaynaklanan yüksek oranda diastaz (α- ve β-amilaz), invertaz (α- glikozidaz), glikoz oksidaz ve düşük oranda katalaz ve asit fosfatazdır. Balın enzim miktarı, işleme, ısıtma ve uzun süreli depolama ile artmaktadır.
Diastaz ve invertaz bala balarıları tarafından eklenmektedir. Balarıları, topladıkları nektarı, tükürük ve hipofaranjial bezlerin salgılarıyla karıştırır; kovanda nektar, petek gözlerine doldurulmadan önce arıdan arıya aktarılırken, balın olgunlaşmasını kolaylaştıran daha fazla salgı eklenmektedir. Bu süreç sonucunda eklenen enzim miktarı, balarılarının yaşı, fizyolojik evresi ve beslenmesi, koloninin gücü, sıcaklık, nektar akışına bağlı olarak değişmektedir. Diastaz ve invertaz balda beslenmeyle ilgili en önemli enzimlerdir. Diastaz, karbonhidratları, kolay sindirebilmesi için hidrolize ederken, invertaz, sukroz ve maltozu hidrolize etmektedir. Diastaz, dekstrin ve maltozdaki nişasta tanelerini kırmakta, invertaz ise sukrozu, glikoz ve fruktoza parçalamaktadır.
İnvertaz, nektarın bala dönüşmesini sağlayan ana reaksiyonu katalizlemektedir. White and Maher (1953), bal invertazının R-glikozidazın çeşidi olduğunu belirtmişlerdir. Bu durum White and Kushnir (1967), tarafından onaylanmıştır. İnvertaz, bal arılarının hipofaranjial bezlerinde üretilmektedir. Bu enzim, bal arılarının fermantasyona dayanıklı, yüksek enerji sağlayan çok konsantre şeker solüsyonu üretmesine yardımcı olmaktadır. İnvertaz aktivitesi, diastaz ve hidroksimetil furfural miktarı ile birlikte bal kalite kontrol parametresi olarak kullanılmaktadır. Apis mellifera tarafından üretilen ballarda, invertaz aktivitesi ölçümünün ticari önemi bulunmaktadır çünkü invertaz balın tazeliği ve sıcaklık ve depolama koşulları ile değişebilmektedir. İnvertaz, sıcaklık değişimlerine diastazdan daha hassastır. İnvertaz balda diastazdan daha yüksek miktarlarda bulunabilmektedir, çünkü balarıları invertazı hem nektara hem de balçiğine eklemek zorundadırlar.


Glikoz oksidaz, glikozu glikonik asit ve hidrojen peroksite katalizleyen diğer önemli bir enzimdir. Balın yara, hazımsızlık gibi gastrointestinal hastalıklarda, bakteriyel gastroenterit, ülser ve duodenal ülserlerde tedavi edici olarak kullanılmasını sağlayan antimikrobiyal özelliği ağırlıklı olarak, hidrojen peroksit içeriğine bağlıdır.
Giri (1938), balda asit fosfataz varlığını bulan ilk bilim adamıdır. Bu enzim organik fosfatları inorganik fosfatlara dönüştüren bir hidrolaz enzimidir. Asit fosfataz, nektarın kompozisyonunda bulunmasına rağmen, asıl olarak polende mevcuttur. Zalewski (1965) ve Ivanov (1981), depolamanın, balın asit fosfatazı üzerindeki etkilerini araştırmışlar; altı ay sonunda asit fosfataz miktarında önemli düşüşler tespit etmişlerdir.  Asit fosfataz, balda düşük enzimatik aktiviteye sahiptir. Balda asit fosfataz aktivitesi tayini çok önemlidir, çünkü asit fosfataz miktarı balın fermantasyona yatkınlığı ile ilgili bir kriter olabilmektedir. Giri (1938), fermente olan balların, fermente olmayan ballardan daha yüksek oranda asit fosfataz aktivitesine sahip olduğunu bildirmiştir. Ayrıca, bazı araştırıcılar bu enzimin balın botanik kaynağına bağlı olabileceğini belirtmişlerdir. Bu enzim balın karakterizasyonunda kullanışlı bir parametredir. Alonso-Torre et al. (2006), balın pH’sı arttıkça, asitfosfataz aktivitesindeki düşüşün azaldığını bildirmiştir.
Balın HMF İçeriği
Hidroksimetil furfural (HMF; 5-hidroksi–2-furankarbaldehit) maddeler arasında mutajenik aktivitesi ile sınıflandırılmaktadır. Buna rağmen, insan sağlığı açısından olağan sitotoksik, genotoksik ve karsinojenik etkileri bütünleştirilememiştir. Buna rağmen, açıktır ki, bu yüksek reaktif bileşen reaksiyonlara girerek, balın kararsız bileşenlerinin bozulması ile balın besinsel değerinin azalmasına ya da yüksek konsantrasyonlarda balın renginin bozulmasına yol açmaktadır.
Bu siklik aldehid heksozların asidik ortamda dehidrasyonu ya da miliard reaksiyonu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bal, yüksek sakkarit içeriği (özellikle heksozlar), düşük pH değeri, organik asit varlığı ve düşük su aktivitesi ile HMF için uygun ortam sağlamaktadır. Taze balda HMF miktarı nerdeyse sıfıra yakın değerde, çok düşük orandadır. Buna rağmen ısıtma ve depolama sürecinde miktarı artmaktadır. Bu nedenle, HMF miktarı balın kalitesinin tespitinde önemli bir kriterdir. Aynı zamanda balın tazeliğinin tespitini kolaylaştırmaktadır.
HMF ile ilgili en erken kayıt 1933 yılındadır. HMF, balın ısıtılması sonucunda oluştuğu gibi, depolanma sürecinde de koşullara bağlı olarak miktarı artmaktadır. 1950’li yıllarda yapılan çalışmalarla, balda HMF miktarı ölçümleri kullanılmaya başlanmıştır. 1955 yılında HMF’nin bal kalitesini saptamakta kullanılması için iki metot geliştirilmiştir. Almanya ve İsviçre’ye ithal edilen 1700 bal örneğinde, 1955-1960’lı yıllarda yapılan çalışmalardaki verilere dayanarak, Alimentarius Kodeksi’nin bal standartları, baldaki HMF miktarının maksimum değerini 4mg /100gr olarak belirtmiştir.
Organoleptik Analizler
Balın, mikroskobik, fizikokimyasal analizlerinin yanı sıra organoleptik analizlerinin de yapılması gerektiği belirtilmiştir.
Duyusal analiz, bir ürünün beş duyu organın (renk, koku, tat, his, doku gibi) algıları yoluyla değerlendirilmesi ile gerçekleşmektedir. Bir çok alanda kullanılan duyusal analiz, farklı ürün çeşidi (yiyecek, kozmetik, tekstil vs gibi) organoleptik profilinin çıkarılmasına ve bu ürünlerin, tüketici tarafından nasıl algılandığının anlaşılmasına imkan vermektedir. 1960’lara kadar duyusal analiz teknikleri temelde uzman otoritelerin kişisel deneyimlerine bağlı olmaktadır.
Bal için duyusal analizler ilk olarak Fransa’da Gonnet ve ekibi tarafından geleneksel tekniklerle beraber kullanılmıştır.

İtalya’da Gonnet’in fikirleri heyecan yaratmıştır. Bundan sonra konu ile ilgili verilen eğitimlerin sayısı giderek artmaya başlamıştır. Bu çalışmalar ‘‘Onaylı İtalyan Bal Duyu Analizi Uzmanları’’ kurumunun kurulmasını sağlamıştır. Bu kurum geleneksel metotların oturtulmasını sağlamış ve uyumlu terminolojiyi değerlendirme formlarını, tatma metotlarını, değerlendirme uzmanlarının seçimi ve eğitimi için gerekli kıstasları ve tek floralı İtalyan ballarının duyusal değerlendirme esaslarını içermektedir. Aynı şekilde, Gonnet’in bu mirası, İspanya gibi diğer gelişmiş Avrupa ülkelerinde de dikkate alınmış ve geliştirilmiştir.(Bu sayfadaki yazı AAYB'nin sayfasından alınmıştır)

Bakır

Bakır Nedir - Bakır MadeniBakır (Ing. copper, Alm. Kupfer, Fr. cuivre), 1B geçiş grubu elementi. Bakıra tarihte ilk defa Kıbrıs’ta rastlandığından tüm dillerdeki isimlerinin Cyprium kelimesinden türediği tahmin edilmektedir. Simyacılar tarafından Venüs aynası ile gösterilmiştir.
Bakırın önemi, başlıca üç nedenden kaynaklanmaktadır:
Dünya’nın hemen hemen tüm bölgelerinde bulunması nedeniyle geniş ölçüde üretiminin yapılabilmesi,

Elektriği diğer bütün metaller içinde gümüşten sonra en iyi ileten metal olması, ve
Endüstriyel önemi yüksek, pirinç, bronz gibi alaşımlar yapması.

Bakır maden yatakları
Şu şekilde sınıflandırılmaktadır:

Hidrotermal orijine sahip, emprenye olmuş bakır yatakları. Bunlara porfir yataklar da denmektedir. 1970 yılı itibarıyla Dünya üretiminin yaklaşık %50 si bu çeşit yataklardan elde edilmiştir. Bu tip yataklara ABD, Şili, Peru ve Kanada’da rastlanmaktadır.
Sedimenter yapıdaki maden yatakları. Kalker veya dolomit mineralleri içinde bulunurlar. Daha ziyade orta Afrika’da rastlanır. Dünya bakır üretiminin %17 si bu yataklardan sağlanır.
Sıvı magma asıllı maden yatakları. Bakır ile birlikte çoğu zaman nikel de taşırlar. Bunlara volkanik-sedimenter yataklar da denir. Dünya’nın birçok ülkesinde, özellikle Kanada, Avustralya ve pek çok Avrupa ülkesinde rastlanılır.
Bakır mineralleri Bakır endüstriyel öneme sahip pek çok mineralin önemli bir bileşenidir. Dünya bakır üretiminde kullanılan minerallerin yaklaşık %50 sini kalkozit (İng. chalcocite) (Cu2S), %25'ini kalkopirit (İng. chalcopyrite) (CuFeS2), %3'ünü enargit (İng. enargite) (Cu3AsS4), %1'ini diğer sülfür mineralleri, %6-7 sini nabit (doğal) bakır ve %15'ini de oksit mineralleri oluşturur.
Kalkopirit Kimyasal formülü CuFeS2 dir. (Açık yazılımı: Cu2S•Fe2S3). Coğrafi bakımdan en yaygın mineral olup hemen hemen her bakır cevher yatağında bulunur. Pirinç sarısı renkte, metalik görünüşte ve yeşilimsi siyah çizgiler halinde kitle şeklinde bulunur. Kalkopiritin, bornit, demirli kuprit ve pirit ile birlikte diğer sekonder bakır minerallerinin orijinal yapısını oluşturduğu kabul edilmektedir. Mineralin teorik yapısında %34,6 Cu olmakla birlikte cevherdeki Cu miktarı %0,5 ve daha aşağıya düşebilmektedir. Halen Kanada’da %0,06 tenörlü 3x109 ton rezervli bir bakır madeninin ekonomik olarak çalıştırılması için çalışmalar yapılmaktadır. Doğal olarak, cevherde bulunan diğer metaller de kıymetlendirilmek suretiyle bu çalışma ekonomik olabilmektedir.
Malahit Kimyasal formülü CuCO3•Cu(OH)2. En çok rastlanılan bakır oksit mineralidir. Büyük kitleler halinde bulunduğunda sadece cevher olarak değil, aynı zamanda yarı mücevher olarak kuyumculukta, süs eşyası imalinde de kullanılmaktadır. Güzel yeşil bir rengi vardır.
Azurit Kimyasal formülü 2CuCO3•Cu(OH)2. Bazik bir bakır karbonat olup malahit kadar fazla bulunmaz. Kendine has lacivert renginden dolayı bu anlama gelen azurit adı verilmiştir.
Bakır İşlemeciliğiBakır ve bakır işlemeciliği insanlık tarihi kadar eskiye dayanmaktadır. Bakır eşya, bakır ve çinkonun karışımından elde edilen maddeden işlenir. Gaziantep bakır işlemesinin özelliği tek parça olmasıdır. Diğer yörelerde üretilen bakır eşyalar parçalar halinde işlenir. Ev, mutfak ve süs eşyası olarak kullanımı yaygındır.
Bakır NedirBakır insanlık tarihinde ilk defa Neolitik çağda (İÖ. 8000) kullanılmıştır. Tarih boyunca insanlar, bakırı günlük yaşamlarında süs eşyası, silah ve el sanatlarında kullanmış olup, uygarlık ilerledikçe bakıra olan ihtiyaç daha da artmıştır. Günümüzde dünya tüketimi yıllık 13 milyon tonun üzerine çıkan bakır; demir ve alüminyumla birlikte en çok kullanılan metallerden biridir. Bugün dünyada üretilen bakırın önemli bir bölümü elektrik sanayisinde daha düşük oranda da inşaat, ulaşım, makine ve teçhizatında kullanılmaktadır. Teknolojinin ilerlemesi ile birlikte bakırın yerine kullanılabilecek bir çok madde (alüminyum, plastik, fiber optik gibi malzemeler) ikame etse bile, bakıra duyulan ihtiyaç ve talepte hiçbir azalma olmamış, bilakis devamlı artma görülmüştür.
Endüstride bakırın vazgeçilmez olmasının nedeni, çok çeşitli özelliklere sahip olmasıdır. Bakırın en önemli özellikleri arasında yüksek elektrik ve ısı iletkenliği, aşınmaya karşı direnci, çekilebilme, dövülebilme özelliği ve antikorozid özelliği sayılabilir. Ayrıca alaşımları çok çeşitli olup, endüstride değişik amaçlı kullanılmaktadır.
Sonuçta, ekonomik gelişmelere bağlı olarak hayat standardının sürekli yükseldiği günümüz dünyasında bakıra olan talebin devamlı olarak artacağı, bazı kullanım alanlarında ikame malzeme bulunsa bile bakırın güncelliğini daima muhafaza edeceği gerçeği anlaşılmış bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerde kişi başına yıllık bakır tüketimi 10 kg iken Türkiye’de bu miktar 3 kg’dır. Metal içerikli bakır rezervi dünyada 550.000.000 ton, Türkiye’de ise yaklaşık 1.700.000 ton olarak tesbit edilmiştir. Türkiye’nin yıllık bakır tüketimi 200.000 ton civarındadır. Bakır üretimimiz tüketimimizin ancak %20’ni karşılayabilmektedir. Yıllık blister bakır üretimimiz yaklaşık 35 bin ton civarındadır. Blister bakır üreten izabe tesislerimizin kurulu kapasitesi (38760 ton/yıl) ihtiyacın çok altındadır. Bu bakımdan blister bakır üretim kapasitesini arttırmaya yönelik genişletme-yenileme veya yeni yatırımlar teşvik edilmelidir. Ayrıca yurt içi kaynak yetersizliğine çözüm için işletmeye hazır Siirt-Madenköy ve Artvin-Cerattepe yatakları en kısa zamanda üretime alınmalıdır.
Dünyada bilinen bakır rezervlerinin 60 yıl kadar talebi karşılayacak durumda olduğu bilinmektedir. Dünya bakır üretiminin %75’i birincil kaynaklardan (bakır cevherlerinden) ve %25’i ise ikincil kaynaklardan (hurda, toz ve atık maddelerden) sağlanmaktadır. Birincil kaynak dünya bakır rezervlerinin her yıl %1,2 ‘si tüketilirken, Türkiye’de bu oranın %4,4 olduğu görülmektedir. Bu da Türkiye bakır rezervlerinin 21. yüzyılın ilk çeyreğinde tükeneceğini göstermektedir.
BAKIR YATAKLARI İşletilebilen önemli bakır yataklarını sedimanter tip bakır yatakları, porfiri tip bakır yatakları ve masif sülfit yataklar olmak üzere 3 ana gruba ayırabiliriz. Dünya bakır üretiminin % 60’ı porfiri, % 25’i sedimanter % 15’i volkanik masif sülfid ve diğer yataklardan elde edilmektedir.
TÜRKİYE BAKIR KUŞAKLARIAlp orojenez kuşağında yer alan Türkiye’de etüd edilen 650 bakır zuhuru 4 ana metalojenik provens içerisinde görülür
1. Makedonya-Balkanlardan gelerek Istranca’dan sonra Karadenizden geçerek Sinop yakınlarından itibaren Doğu Karadeniz boyunca devam eden Kafkaslar ve İran üzerinden Himalayalara doğru uzanan kuşaktır. Bu kuşakta porfiri bakır yatakları ve Kuroko tipi masif sülfid yatakları yaygındır. Bu kuşak üzerinde Dereköy-Kırklareli, Bakırçay (Merzifon), Güzelyayla, Maçka, Ulutaş-İspir ve Ballıca-Yusufeli-(Artvin) porfiri bakır yatakları bulunmaktadır. Bunların ortalama bakır tenörleri Balkanlardaki porfiri bakır yataklarına göre düşüktür. Ayrıca Espiye-Lahanos, Çayeli, Kutlular, Murgul ve Cerattepe volkanik masif sülfid yatakları bu kuşak üzerinde bulunmaktadır.
2. Kıbrıs üzerinden gelerek İskenderun – Hakkari arasında devam eden ve daha sonra İran’a geçen Güneydoğu Anadolu Ofiyolit Kuşağı içerisinde ise Kıbrıs tipi bakır yatakları bulunmaktadır. Ergani bakır ve Siirt-Madenköy bakır yatakları bu kuşağın önemli cevherleşmeleridir.
3. Üçüncü metalojenik provens ise yine Kıbrıs tipi yatakların yer aldığı Batı Karadeniz Bölgesindeki Küre Bakır yatağıdır.
4. Asitik plütonizmaya bağlı hidrotermal damar ve kontakmetasomatik bakır-kurşun-çinko yataklarının bulunduğu Kuzeybatı Anadolu Bölgesi ise dördüncü metalojenik provensi oluşturur.
Dünya bakır tüketiminin büyük bir bölümünü karşılayan porfiri bakır yataklarını içerisinde barındıran kalkalkalen asidik magmatik kayaçlar ülkemizde yaygın olarak mostra vermektedir. Ancak Türkiye’de şu ana kadar belirlenen porfiri bakır yataklarının günümüz koşullarında işletilebilecek rezerv ve tenöre sahip olmadıkları görülmektedir. Kırklareli – Dereköy porfiri bakır yatagı ülkemizdeki fizibilite çalışmaları tamamlanmış bu tipteki tek yataktır.

Birinci metalojenik kuşak üzerinde gerek MTA Genel Müdürlüğü gerekse özel sektör tarafından porfiri bakıra yönelik bir çok çalışma yapılmıştır. İki ve dördüncü bakır kuşağı olarak tanımlanan Dogu Toros ve Batı Anadolu’da porfiri bakır yataklarını barındıracak kayaçlar yaygın olarak mostra vermektedir. Son yıllarda MTA Genel Müdürlüğü ve özel sektörün çalışmaları ile bu sahalarda porfiri ve benzeri bakır oluşumları belirlenmiştir. Güneydoğu Anadolu’da son 20 yılda terör olayları sebebi ile madenciliğe yönelik çalışmaların azlığı dikkat çekmektedir. Dünya bakır üretiminde ikinci büyük paya sahip olan sedimanter bakır yataklarına ülkemizden örnek gösterilebilecek potansiyel alanlar ise Çorum-Çankırı illerindeki zuhurlar ile Hazro (Diyarbakır) zuhurdur.

Ayı yağı

Ayı Yağı Kullanımı ve Faydaları
Ayı yağı Osmanlı döneminde halkın tedavi amacıyla sık başvurduğu maddelerden biridir. Ayının dokularından elde edilen katı yağ, kırık-çıkık ve burkulmalarda dışarıdan kullanılırken, bronşit tedavisi için ağızdan alınıyordu.
Öte yandan, ayı yağı, 10. yüzyılda İngiltere’de boyun iltihaplanmasına, 13. yüzyılda Fransa’da ise gut hastalığına karşı kullanılıyordu. Devenin hörgüçlerinden alınan yağ da ağrı, sızı ve burkulmalarda yumuşatıcı olarak hasta bölgeye uygulanıyordu. Bu uygulamada, hasta bölge sabunlu ılık su ile banyo yapıldıktan ve bu yağla yağlandıktan sonra sarılıyordu. sifalibitkileriniz Diğer kullanımda ise ağrıyan yere deve yağı ile masaj yapılıyordu.
Sedef hastalığında cilde sürmek sureti ile kullanılır. Saç dökülmesinde başa sürülür. Mafsal ağrıları siyatik romatizma ve sırt ağrılarında ayı yağı ile devamlı ovulursa şifalı olur.
Ayı yağı saç çıkartır: Ayı yağı androgenetik kellik sebebi ile büzüşen kıl köklerini genişleterek ve uzatarak etki gösterir. Saç tellerinin büyüme fazını uzatarak, belli bir uzunluğa ulaşmadan dökülmemelerini de sağlamaktadır. Ayı yağı kullanımının fayda göstermeye başlaması için ilacın en az 4 ay kullanması gerekir. Tedavinin nihai sonuçlarıysa Ayı yağı’nın aralıksız uygulanması şartı ile, bir seneden önce ortaya çıkmaz. Ayı yağı saç dökülmesi sorunu yaşanan bölgede saç derisine günde iki kez 5 damla şeklinde uygulanması gereken topikal %doğal bir ilaçtır.
Modern Tıptaki Yeri: Ayı yağının yumuşatıcı Özelliği modern tıpta da onaylanır.

Uyarı: Ayı yağı ve faydaları hakkında yapılan araştırma neticesinde sağlığımızı korumak amacıyla hekimlerin görüş ve önerileri olmaksızın kullanılmamalıdır.

Arpa

Arpa (Hordeum vulgare)
Bahsedilmeye Değer!FDA’nın artık, arpa ürünlerinin üstüne, “kalp rahatsızlığı riskini düşürebilir” yazan bir etiket yapıştırılmasına izin verdiğini bilivor muydunuz?
Hikâyesi Nedir?Arpa, Poaceae isimli ot familyasmdandır. Dünya çapında yetişen elliden fazla türü vardır. Çiftlik hayvanlarını beslemekte kullanılan başlıca tahıl türlerinden biridir ve bazı yiyeceklerin içinde olmak üzere sadece küçük bir bölümü msan tüketiminde kullanılır. Arpa tohumunun yenmeyen kabuğunun ayrılması için öncelikle terbiye edilmesi gerekir.
Arpanın TarihiArpanın gerçek kökem ham bilinmiyor ama birçok araştırmacı in veya Etiyopya’da ortaya çıktığına inanıyor. Arkeologlar, arpanın, Mısırlılar tarafından 10.000 yıl kadar önce Fertile Crescent’de yetiştirilen ilk tahıl türlerinden biri olduğunu keşfettiler. Christopher Colombus arpayı, ispanya’dan Kuzey Amerika’ya 1493 5de getirdi.
Arpa Nerede Yetişir?En büyük arpa üreticileri Rusya, Almanya, Ukrayna, Fransa, Kanada, Türkiye, Avustralya ve Birleşik Devletlerdir. Birleşik Devletlerin arpa üretiminin çoğunu Kuzey Dakota sağlar.
Neden Arpa Yemeliyim?Arpa, çözünebilen ve çözünemeyen lif açısından iyi bir kaynaktır. Kolesterolü düşüren ve bağışıklık sistemi fonksiyonlarına yardımcı olan beta glucanlar, çözünebilen lif bölümünde yer alır. Aslında, arpa, diğer tahıl türleriyle karşılaştırıldığında, beta glucan açısından en zengin kaynaktır. Ayrıca B vitaminleri, demir, magnezyum, çinko, fosfor, bakır içerir ve kan şekerini doğru seviyede tutmada önemli etkisi olan krom açısından da en zengin kaynaklardan biridir, insan vücudundaki hücreleri hasardan koruyan selenyum, kuersetin ve fenol asidi açısından iyi bir kaynaktır ve ayrıca, kanser ile kalp rahatsızlığı riskini düşürmeye yardımcı olan tocol ve tocotrienol yağlarını yoğun bir şekilde içerir.
Doğal İlaçlarArpa, yüzyıllardır çeşitli doğal ilaç tariflerinde kullanılmıştır. Birçok şifa, tahılın suda bir saat kaynatılması yoluyla bir tür içecek hazırlanmasına dayanır. Mide bozulması durumunda veya ülseri yatıştırmak için sıvıyı sek olarak için. Diyare (ishal) için limon suyuna karıştırın. Eşit ölçülerde arpa, zerdeçal ve yoğurttan lapa yapmak da yaygın bir tariftir. Bu karışım, vücudunuzdaki güneş yanığı olan bölgelere sürülebilir. Aynı karışımın, yarım bardak ayran ve yarım misket limonunun suyu katılmış hali, mesane veya böbrek enfeksiyonu semptomlarına iyi gelebilir.
Tam Bir Hayat Kurtaran!
Kontipasyon (Kabızlık) Ve  Kolon  Kanseri:
Fareler üstünde yapılan iki deney, çok farklı hastalıkları tedavi etmede umut vadeden sonuçlar verdi. Birinde, kabız fareler arpayla beslendi, bu bağırsak hareketlerini arttırdı. Diğerinde, kolon kanserli fareler çeşitli yüksek lif diyetlerine tabı tutuldular. Arpayla beslenen gruptakilerin, diğer gruplardakilerden, belirgin oranda daha az tümöre sahip oldu&u sörüldü.
Kalp  Rahatsızlığı: Arpanın içindeki, yulaf ve mantarlarda da bulunan, beta glucan maddesi, kalp rahatsızlığı riskini düşürmede etkilidir.
Diyabet: Küçük çapta bir insan deneyi, deneklerin diyetine arpa eklendiğinde, kan şekerini düzenlemede ve ensülin üretimini düzeltmede umut vadeden sonuçlar olduğunu gösterdi.

Aman Dikkat!Arpada glüten az olmasına rağmen hiç yok değildir bu yüzden ölyak hastalığı olanlar arpayı, buğday yerine kullanmamalıdır.
Arpa ISe ilgili ipuçları
Seçim  Ve  Saklama:1 Katkısız arpa, kabuğu soyulmuş (“kabuksuz arpa” olarak da bi~ İmir), yuvarlanmış, kırılmış, ince parçalanmış ve un halinde satılır. Tahılın filizlenmiş halinden elde edilen doğal bir tatlandırıcı olan çimlendirilmiş arpa, sıvı veya toz halinde satılır.Arpayı, ticaret hacmi yüksek marketlerden aldığınıza emin olun.Eğer tazeliğinden emin değilseniz, kanıt için paketin nem veya ıslaklığını kontrol edin.
Arpa. fermuarlı plastik poşette veya sıkı kapanan bir kapta, serin ve kuru bir yerde muhafaza edilmelidir.


Hazırlama  Ve  Servis  Önerileri:Temizlemek için, arpayı pişirmeden önce suyla hafifçe yıkayın.
Bir tarifteki buğday ununun yüzde yirmi beş yüzde ellisi yerine arpa unu koyun.
Sıcak arpa gevreği yapmak için kırılmış arpaya sıcak su ekleyin.
Pişirilmiş arpayı çorbalara, güveçlere ve salatalara ekleyin.
Arpa unu eklemek, diyetinizdeki çözünebilir lif oranım arttırır.
Arpa gevrekleri, rnüsîi, kurabiye, karışık tahıl gevrekleri ve pideye konacak kolay bir ek yiyecektir.

Anason

Anasonun Faydaları Nelerdir?
Midenin güçlenmesini sağlamaya yardımcı olmaktadır. Solunum yolu problemlerine ya da mide hastalıklarına bağlı olarak görülen öksürüğün dindirilmesinde etkilidir. Hazımsızlık, gaz sancısı gibi problemlerde gaz söktürücü ve rahatlatıcı etkisi vardır. Uykusuzluk problemlerinde rahatlatıcı etkisi bulunur. Rahatlatıcı etkisi sayesinde sinirleri de sakinleştirdiği bilinir. Emziren bayanlarda anne sütünü artıran etkisi olduğu bilinmektedir. Kusma ve ishal gibi şikâyetleri hafiflettiği tespit edilmiştir.
Beyin yorgunluğunun giderilerek beynin daha sağlıklı şekilde çalışmasına ve gelişmesine yardımcı olur. Etkili maddeleriyle iyi balgam söktürücü bitkilerdendir. Hıçkırık tutması gibi durumlarda, hıçkırığı kesmek için kullanılır. Gargara olarak kullanılması durumunda nefesi tazeler ve ağız kokularını ortadan kalkar.
Anason Nasıl Kullanılır?Genellikle çay olarak hazırlanır ve bu şekilde kullanılır. Bitki çayı olarak içilebilir ya da gargara yapmak amacıyla kullanılır. Anason bitki çayını taze ve kurutulmuş yapraklarından ya da tohumlardan hazırlayabilirsiniz. Bir kupa anason bitkisi çayı için yarım tatlı kaşığı kuru anason yaprağını kullanmak yeterlidir. Kaynamış suyun içine anasonu ilave ederek ateşi kapatın. Demlenmesi için 10 dakika bekleyin ve ılık olarak tüketin. Eğer çayı kuru tohumlardan yapacaksanız; 1 çay kaşığı tohumu öncelikle havan içinde ezmelisiniz. Ardından suya atarak aynı şekilde demleyebilirsiniz. Uykunun gelmesini tetiklediğinden gün içinde içmek yerine yatmadan önce tüketilmelidir.
Anasonun Yan Etkileri Nelerdir?Anasonun Yan Etkileri Nelerdir?Yan etkilerle ilgili yapılmış bir araştırma ya da bilimsel çalışma bulunmamaktadır. Genellikle herhangi zararlı bir etkisi görülmemiştir ama doğru miktarlarda tüketmek önemlidir. Aşırıya kaçmak her bitkide olduğu anason bitkisinde de sorunlara neden olabilir. Belirli ciddi hastalıkları olanların, hamile ve emziren kadınların tüketmeden önce doktorlarına danışmaları gereklidir.
Anason Yetiştiriciliği
Anason YetiştiriciliğiBitkinin Anadolu topraklarında yetiştiriciliği yapılır. Özellikle de nem derecesi orta seviyede olan iklimlerde yetiştirilmektedir. Gelişme dönemlerinde rutubetli havaları tercih eder. Böyle havalarda bitki daha hızlı gelişir. Ülkemizde en çok Ege bölgesinde yetiştirilmektedir. Anadolu’nun diğer bölgelerinde çok ciddi miktarlarda olmasa da bölgelerin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde üretilmektedir.


Anasonun Tarihçesi
Anasonun TarihçesiAnasonun 4000 yıl öncesine kadar uzanan bir geçmişi vardır. İlk olarak Eski Mısır’da kullanılmaya başlanmıştır. Ardından parfümlere koku vermek amacıyla kullanılmıştır. En eski yazılı belgelerde anason bitkisinin idrar söktürücü etkisi ve sindirim sorunlarında etkili olduğu çözümlerine yer verilmiştir.

Akköpekotu

Latince Adı: Marrubium
Diğer İsimleri: Bozot, Köpekayası
GENEL ÖZELLİKLERİ
Ballıbabagiller familyasındandır. Anayurdu bilinmeyen Marrubium cinsi köpekotlarının 15 kadar türü vardır. Bunlardan konumuzla ilgili olan Akköpekotu (M. vulgare) Avrupa, Akdeniz havzası ülkeleri ve Türkiyede görülmektedir. 60 cm. kadar boylanabilen çokyıllık dayanıklı otsu bitkidir. Dört köşe kesitli, tüylü ve dallara ayrılan yapılı gövdesi kirli beyaz renktedir. Gövde ve saplar üzerinde karşılıklı dizilmiş durumdaki kalp biçimli, üzerleri kırışıkmış gibi görünen yapraklarının kenarları dişli ve yaprak ucu yün gibi tüylerle örtülü olur. Bu yapraklar meyve gibi kokarlar. Bitkinin küçük beyaz çiçekleri, ikinci yılının yaz ortasından sonbahar başına kadar yaprak koltuklarında açar. Olgunlaşan çiçekleri 2 mm. uzunlukta gözyaşı biçimli ve koyu kahverengi, parlak görünüşlü tohumlar verir. Bol güneşli ve soğuk rüzgarlardan korunmalı yerleri seven akköpekotu, alkalik ve kuruca toprakları yeğler. Döktüğü tohumlarıyla çoğalır.
Bedene yararlı etkileri Eski Mısırlılar tarafmdan bilinen ve ünlü hekim Hipokrat tarafından övülen akköpekotu, uzun süreler öksürüğe karşı tek ilaç olarak kullanılmıştı. Bitkinin topraküstü kesimleri marrubin adlı madde ile uçucu yağ, yapışkan bitki sıvısı, tanen ve bolca C vitamini içerir. Bitkinin çiçekleri, balarılarını, bulunduğu bahçelere çekerken, yapraklarının demlendirilmesiyle elde edilen infüzyon, pompalara konularak ağaçlardaki yaprakçık bitine ve tabaklara konularak sineklere karşı yok edici olarak kullanılır. Bazı yerlerde köpekotunun kurutulmuş yaprakları baharat olarak kullanılmaktadır.

Etki ve Kullanım:
Akköpekotunun tıbbi etkileri ve bunlardan yararlanma yöntemleri şöyle sıralanabilir:
• Terletici, balgam söktürücü, göğsü yumuşatıcı ve spazm çözücü etkileri vardır. Solunum yollarının mukozasını destekler. Bronş kaslarına gevşeme, ve rahatlık verir. Bütün bu etkileriyle öksürük, bronşit ve boğmaca gibi hastalıkların iyileştirilmesinde yararlı olur.
• Soğuk algınlığı belirtilerinin ilk görülüşünde alınması, nezle ve soğuk algınlığı durumunun kolay atlatılmasmı sağlar.
• Safra salgılarını artırır. Bu etkisiyle iştahsızlığı giderir, sindirimi kolaylaştırır.
• İdrar ve gaz söktürücüdür.
• Kalp yangılarını hafifletir.
• Kurt (solucan) düşürücü etkisi de vardır.
Bu etkileri sağlamak üzere, akköpekotunun yaprakları ve çiçekli sapları yaz ortası ile sonbahar başı arasında, bitki çiçekli iken toplanıp 35 C dereceden sıcak olmayan gölge bir yerde özenle kurutulur. Kurutulmuş çiçek karışımından yarım 1/2-1 yemek kaşığı alınıp 1 bardak kaynar suyun içine konulur. 10-15 dakika demlendirilerek elde edilen infüzyondan günde üç kez birer bardak içilir.
• Akköpekotu aynı zamanda etkili bir yara iyileştiricidir.
Bunun için, 1 tatlı kaşığı doluşu kurumuş yaprak karışımı 1 bardak suda kaynama noktasına kadar ısıtılır. Sonra ateşi kısılarak 10 -15 dakika daha ısıtma sürdürülür. Böylece elde edilen dekoksiyon soğutulup dıştan yaralara uygulanır.